Saturday, December 8, 2012

İstanbul

Bugünlerde İstanbul'da olmamaktan çok mutluyum. Sadece okuduklarım bile, beni üzmeye, içimde bir şeyleri öldürmeye yetiyor. Görmemek en iyisi sanırım.

Aslında çok şeye alıştık. Teröre; yaşıtlarımızın, hatta artık bizden genç kardeşlerimizin kendilerinin hiç bir şekilde suçlusu veya sebebi olmadıkları bir savaşta ölümlerine alıştık. Düşünce özgürlüğümüzün, hatta internetteki "search" özgürlüğümüzün kısıtlanması bile çok koymadı bize. Komşularımızın topraklarını işgal eden ülkelere toprağımızı üs yapmamız mesela, tartışma konusu bile değil bizim için. Ya da, kürtaj hakkı kısıtlandı bu ülkede, ona bile çok sesimiz çıkamadı. Çünkü erkekler bunun kendi eşlerinin, kardeşlerinin, arkadaşlarının ne kadar önemli bir meselesi olduğunu görüp; kadınlardan da güçlü ses çıkaramadı. Kadınlar da biraz mahalle baskısından olacak, çok cılız kaldılar. Çünkü bu yasağı eleştiren yolluydu, öyle değil mi?

Neler neler oldu... Ekonomide alabildiğine liberal olabilen bir grup nedense iş insan haklarına, insanca yaşama geldiğinde alabildiğine gerici; alabildiğine tutucu oldu. Tutuculuktan da ziyade, tek sesçilikti bu.

Sadece iktidar ve yönetim değil, biz de yanlışlar yapmaya ve bu yanlışlarımızı, "olur öyle" deyip yok saymaya alıştık. Alevi ailenin evinin ramazan ayında taşlanması bunun da örneği aklımda ilk beliren. Ya da güncel olsun, Okan Bayülgen'in bugünlerdeki meşhur videosunda gördüğümüz gençler mesela. Olaydaki kızın tepkisi belki biraz akılsızca. Sahnede dikilmeye devam etmesi, elini kaldırıp söz isteyebilecekken belki, sahneye kadar çıkıp sansasyon yaratması... Ama sonrasında Okan'ın sözleri konunun çok dışına çıkıp, dönüp dolaşıp arkadaşlarının kişiliğine bile saldırır hale geldiğinde Okan'ı son gücüyle alkışlayan arkadaşlarımız. Neden hepimiz güce tapar olduk?

Acemilik galiba, biraz konudan saptım. 

İstanbul diyordum... Aşık olduğum şehir. Benim gibi zor özleyen birisine bile, ayrı ayrı bir sürü şeyini kısa sürede özleten şehir. Her yerden farklı, özgün.

Öncelikle okulumdan başlayayım... İTÜ Rektörü bir kaç ay öncesinde değişti. Muhammed Şahin hocamız, geldiği zaman olduğu gibi, o zaman da içimize sinmediği gibi, kendisinden az oy alan Mehmet Karaca'ya görevini teslim etti. Daha önce sanırım Türkiye'de örneği görülmemiş bir öğrenci desteğini aldığı halde. Kimsenin gözü İTÜ öğrencisinin Muhammed Şahin'e olan saygısını, sevgisini, inancını görmedi. Değişiklik yapılacaktı, yapıldı. İyimser olmaya çalıştık, Muhammed Şahin de böyle gelmişti, belki yine her şey güzel olur dedik... Mehmet Karaca da "100 gün" dedi. 100 gün geçti, neler oldu, internette bulabilirsiniz. Son yıllarda İTÜ'lü olmanın gururunu her geçen gün artıran faaliyetler, öğrenci-yönetim iş birliği, baba-evlat ilişkisi ile sevgi ile yürüyen dev bir eğitim kurumu buradan takip edebildiğim kadarıyla ticari ilişkilerle, politik ilişkilerle yürümeye başladı. Daha kötüsü, araştırma görevlisi arkadaşlarımızın, öğretmenlerimizin; öğrenci arkadaşlarımızın bu sevgileri, kaba tabirle bir taraflarına sokuldu sanki. Çünkü üniversite dediğin bilimle, sevgiyle çalışmazdı ki. Parayla, siyasetle çalışırdı pekala.

Bu birincisiydi...

İkincisi, çok daha fazla kişiyi yakından ilgilendiriyor.

Geçtiğimiz yıllardan buna da alıştırıldık biraz. Asmalı'da oturduğumuz masalarımız kalktı, devam ettik takılmaya bir şey olmamışcasına. Bir süre sonra hatta yüzsüzlük yapanlarımız da oldu, "böyle daha iyi oldu be abi" diyen arkadaşlarımız. Ama ruhu gitmişti Asmalı'nın. Asmalı'yı bana sevdiren, Cuma akşamları sokakta tek sıra yürümekti. Başka nerede tek sıra olup, insan trafiğine takılabilirdiniz ki? Kimbilir, başka kimlerin, hangi sokakları sevmek için, hangi nedenleri zabıtalar eşliğinde ya da polis araçlarıyla yok edildi o zaman.

Kalbimiz kırılmıştı. Benim içim buruktu her Asmalı gecesinde ondan sonra. Aynı tat, bana gelmedi. Dışarıdan bir gözle, en iyimser çıkarımı yapmaya çalışırsam derim ki: Bir kadının göğüslerine veya dudaklarına silikon yaptırması gibiydi... Belki uzaktan bakınca güzel gözüktü bilmeyene, ama dikkat edince, dokununca o doğallık yoktu. Konuşunca o kadın, mimikleri yoktu.

Şimdi de Taksim Meydanı Projesi yapılıyormuş... Yıkarak ortalığı. Merak ediyorum, bu projeleri hazırlayan, onaylayan, uygulayan kimsenin mi içi sızlamıyor? Ya da biz mi yanlış anlıyoruz çok süper projeleri? Mesela, tarihi hanın yerine Demirören AVM yapılması muhteşem bir şey miydi acaba? Ya da şimdi diğer tarihi hanları yıksalar, yerine güzel güzel, son model binalar yapsalar, doğru mu olur?

Bizleri hadi kimse sallamıyor. Ama biz yabancıları çok severiz. Hele Avrupalı'yı, Amerikalı'yı, bir de son zamanlarda Arapları pek bir dinleriz. İstanbul'da bulunmuş, Taksim'den zevk almış turistleri bulup bir sorsak ya neler kalmış akıllarında; damaklarında neyin tadı var hala? Çok eminim ki; o tarihi doku, şehrin müziği, insanların sonsuz çeşitliliği diyeceklerdir. Bir de bazı barlar, restaurantlar belki. Çünkü bazı restaurantlar, bazı pastaneler halka mal olur bir süre sonra. X'e gittin mi Y'de Z'yi yemeden dönme denir en azından.

İnci Pastanesi benim profiterolcüm değil. Bir kere gittim sadece hatta. Benim profiterolcümü bilenler bilir; Kurtuluş'taki Nazar Profiterol'dür. Osmanbey'e, Kurtuluş'a, Nişantaşı'na, Maçka'ya; beni son 2 senedir ben yapan yerlere de buradan selam olsun yeri gelmişken.

İnci Pastanesi, ama, bir semboldür. Pastane dendiğinde benim annem babam da İnci Pastanesi'nden bahseder; İstanbul'da zamanı geçmiş Diyarbakırlı arkadaşım da, Edirneli arkadaşım da... Staj yaptığım yerdeki dünyayı gezmiş bitirmiş müdürüm de. Sorsak, muhtemelen anneannelerimiz, dedelerimiz bile birkaç kelime eder İnci Pastanesi hakkında.

Bugün de İnci Pastanesi'nin yok ediliş haberiyle uyandım. Her gün yok olan insanlara, yok olan değerlere, yok olan binalara uyanmaya alıştım. Ama İstanbul'a vuruldukça bu darbeler benim içim hala çok acıyor. Bağışıklık kazanamıyorum, kusura bakmasın kimse. Elimden de bir şey gelmiyor pek. Uzunluğundan dolayı buraya kadar okuduğunuza bile teşekkür etmemi gerektirecek bu yazıyı yazmaktan başka.

İşte bu yüzden, bugünlerde İstanbul'dan uzakta olmaktan gayet memnunum. En azından gözümün önünde zarar vermiyorlar en yakın arkadaşıma, kız arkadaşıma, kardeşime... İstanbul çünkü bunların hepsi benim için. Yeri gelince bir öğretmen, bir baba bazen. Benim gibi bir sürü insan için böyle bu. Ben İstanbul'uma estetik operasyon istemiyorum.


1 comment:

  1. Kardeşim uzakta da olsan duyarlısın, kalemine sağlık Blogun hayırlı olsun :)

    ReplyDelete